Bir Sefaradın Kaleminden 1622′ler İstanbul’u ve Osmanlılar |
Tarih araştırması yapmakta ilk adım konu belirlemek ise ikincisi mehazların tespiti ve derlenmesi işidir. Zira her bir mehaz tarih araştırmacısı için “geçmişe açılan gizli geçitler” mesabesindedir. İncelenen konu ve devri anlayıp tanımada, zamanın ruhunu, mekânın tasvirini okumada farklı kapılar aralar araştırmacıya.
Bir diğer açıdan mehazlar, hâkimin muhakeme esnasında dinlemekle mükellef olduğu şahitler gibidir. Bütün şahitler birbirine denk ifade vermeyecekleri gibi, farklı mehazlara kulak kabartmak da geçmişi farklı ağızlardan duymak demektir.
Tarihçinin temel görevi ise tek bir rivayetin üzerine bina yapmak değil, bütün mehazları çapraz ve karşılıklı okumak, yeri geldiğinde birbirine “tokuşturmak” ve şüpheci olmak esasına dayanır.
Ancak geçmişe farklı veçhelerden bakmamıza imkân tanıyan mehazlar üzerinde ilimi çalışmalarının yeterli seviyede olduğu söylenemez. Farklı lisanlardan dilimize ilmi tercümeleri yapılan temel eser sayısı mahdut ölçülerde kalmaktadır. Dahası henüz hakkıyla tetkik edilmemiş, üzerinde çalışma yürütülmemiş pek çok temel eser, yazma formunda kütüphane raflarında ve depolarda beklemektedir. İşte bu yokluklar dünyasında ana kaynak hüviyetindeki bir yayının, çıkar çıkmaz dikkati çekmemesi hiç şüphesiz ki mümkün değildir.
Üstelik klasik dönem Osmanlı tarihine dair temel kaynaklar üzerine yapılan neşirlerin çok mütevazı kaldığı bir vasatta, çıkan her bir eserin heyecana sebebiyet vereceği açıktır.
Bu vadide, Osmanlı tarihinden bahseden İbranca bir kroniğin neşrinin büyük bir alakayı celbetmemesi ihtimali herhalde yoktur. Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Nuh Arslantaş ve Kudüs Üniversitesi öğretim Üyesi Doç. Dr. Yaron Ben Naeh ‘in özverili çalışmasının eseri olan bu yayın, tarihçiliğimizde bir ilk imza atması açısından da mühimdir.
Orijinali İbranca olan kaynak üzerindeki çalışmanın önemi, Dr. Arslantaş ve Dr. Naeh‘in dile ve konuya vukufiyetiyle birleşince bir kat daha artmaktadır. Yahudi bir tarihçinin gözünden 1622’ler İstanbul’unu ve Osmanlı dünyasını anlatan eser, sahada yeni bir temel müracaat kaynağı olarak karşımıza çıkıyor.
Büyük bir gayret, özveri, fedakârlık ve titizlik gerektiren bu çalışma dolayısıyla ilim dünyasının önüne yeni bir temel eser koyan, dahası temel kaynak neşretmenin önemini bir kez daha vurgulayan Doç. Dr. Nuh Arslantaş’a ve Doç. Dr. Yaron Ben Naeh’e teşekkürü bir borç biliriz.