Kanunî Sultân Süleyman Hân’ın onuncu seferi, Osmanlı tarihlerinde “Estergon Sefer-i Hümâyûnu” diye anılır. Bu sefer, Macaristan’da Estergon ve Ä°stolni – Belgrad kalelerinin fethi kadar, Türk ordusunun gösterdiÄŸi ihtiÅŸamla da meÅŸhurdur. 23 nisan 1543’te Orduy-ı Hümâyûn, Macaristan’a gitmek üzere Edirne’den ayrılırken yapılan geçit resmi ve tören, tarihe, Türk debdebe ve gösteriÅŸinin parlak bir örneÄŸi olarak geçmiÅŸtir.
En önde, ordunun su taşıyan saka sınıfına mensup bölükleri ilerliyordu. Bunların ardından, padiÅŸaha mahsus hazineyi, parayı ve eÅŸyayı taşıyan 2.100 katır geliyordu. Bu hayvanlar, 300’erden 7 bölük teÅŸkil edecek ÅŸekilde düzenlenmiÅŸti. Sonra 900 kiÅŸilik bir atlı hassa taburu bunları takip ediyordu. Bu tabur 100 diziden kurulmuÅŸtu ve her dizide 9 atlı vardı. Ordunun bir kısım yiyecek ve cephanesini taşıyan 5.400 deve, her dizide 6 hayvan bulunmak üzere 900 sıra halindeydi. Bu hecinsüvar levazım tugayım 1.000 kiÅŸilik cebeci taburu, 500 kiÅŸilik lâğımcı (istihkâm) taburu, 400 kiÅŸilik arabacı (nakliye) taburu takip ediyordu.
Her birliÄŸin başında, tören üniformalarını giymiÅŸ subaylar yer alıyordu. Daha sonra, ordunun ruhu ve esası olan tımarlı sipahi tümenleri geliyordu. Bunlar, Anadolu tımarlıları idi. Rumeli tımarlıları, Sofya’da katılmak üzere bu ÅŸehirde toplanmışlardı. Tımarlıların ardından, bütün maiyet halkı ile muhteÅŸem bir kalabalık teÅŸkil eden niÅŸancı (devlet bakanı), baÅŸdefterdâr (maliye bakanı), Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, nihayet 4 vezir at sürüyordu. Her vezirin önünde tuÄŸlarını taşıyan 3 tuÄŸcu, beylerbeyilerin önünde 2 tuÄŸcu, sancak beylerinin önünde ise 1 tuÄŸcu görünüyordu.
Bu generallerin hemen arkasında, kalabalık bir kurmay subaylar, yaverler ve emir subayları yer alıyordu. Bunlardan sonra padiÅŸahın ÅŸahsına baÄŸlı saray birlikleri geliyordu. Hükümdarın ÅŸahsî hizmetkârları, sonra “çavuÅŸ” ve “kapıcıbaşı” denen ve sayıları 300’ü bulan hassa yaver ve emir subayları ilerliyordu. Bunlar, göz kamaÅŸtırıcı üniformalar giymiÅŸlerdi; elbiseleri en usta terziler elinden çıkmış ve en deÄŸerli kumaÅŸlardan dikilmiÅŸti.
12.000 kiÅŸilik tam kadrolu Türk ağır piyade tümenini teÅŸkil eden Yeniçeriler, ortalar (taburlar) hâlinde yürüyorlardı. Bazı Yeniçeri birlikleri tüfekli, bazıları sadece kılıç, ok ve yaylı idi. Yeniçerileri 7 sırmalı sancak ve 7 tuÄŸ taşıyan 14 sancakdar ve tuÄŸcu izliyor ve hükümdarın ÅŸahsına mahsus olan bu “7” sayısı, padiÅŸahın yaklaÅŸmakta olduÄŸunu haber veriyordu.
200 kiÅŸilik mehter takımı, mehterbaşının baÅŸkanlığında, yeri ve göğü inleten havalar çalarak, korkunç denecek derecede muhteÅŸem ve muntazam adımlarla ilerliyordu. Mehterlerin sazları, altın zencirlerle boyunlarına asılmıştı. Daha sonra 400 kiÅŸiden ibaret “solak” denen baÅŸka bir hassa taburu yer alıyordu. Solakların kılık kıyafeti, bahar güneÅŸi altında pırıl pırıl yanıyordu.
BaÅŸlarında tavus tüyünden sorguçlar vardı. Yalnız böyle bir birliÄŸi geçirmek, o devirde, ancak büyük bir imparatorluÄŸun harcıydı. Ardlarından gelen 150 hassa yaveri ve protokol subayının üniformaları ise mücevhere boÄŸulmuÅŸtu. Elbiselerinin düğmeleri elmastandı. Geçtikleri yere, gözleri, kör eden bir ışık deryası yayılıyordu. Bunların başında “çavuÅŸbaşı” denen mâbeyn-i hümâyûn mareÅŸali vardı. Daha sonra, 70 kiÅŸiden ibaret “peyk” denen bir hassa takımı geliyordu.
Bunlar, 35’i saÄŸda, 35’i solda olmak üzere yürüyor ve aralarında “Cihan PadiÅŸahı” Kanunî Sultân Süleyman Hân at sürüyordu. Bilhassa yabancılar padiÅŸahın mücevherler içinde geçeceÄŸini sanırlarken ilk defa olarak hayal kırıklığına uÄŸruyorlardı. Çünkü hükümdar, sade bir elbise giymiÅŸti. Bütün ihtiÅŸamı, görülmemiÅŸ güzellikteki atındaydı.
Bu at, akıl almaz büyüklükte inci, pırlanta ve zümrütler kakılmış koÅŸumlar taşıyordu. 48 yaşına gelen ve 46 yıllık saltanatının 23. yılında bulunan Kanûnî’nin yüz ifadesi çatık çehreli denecek kadar ciddî ve ve-karlı idi. Hafifçe önüne bakıyor, buna raÄŸmen, bütün ordusuna hâkim bir baÅŸkumandan olduÄŸu hemen anlaşılıyordu.
Daha sonra topçu, “azab” denen hafif piyade alayları geçiyordu. Ordunun diÄŸer birlikleri, bitmek tükenmek bilmez diziler hâlinde yürüyüşlerine devam ediyorlardı. O zaman dünyanın en büyük ÅŸehirlerinden biri olan Edirne’nin halkı, biri-birleri üzerine yığılmış azametli bir kitle hâlinde, fakat dikkat çekici bir sessizlik içinde, ordularını seyrediyorlardı.
Yalnız gözlerinden bu manzara ile öğündükleri anlaşılıyordu. Alkış ve gösteri yoktu. Atların nal sesleri bile hafifçe duyuluyordu. Ä°ÅŸitilen tek ÅŸey, Mehterhâne-i Hâkaanî’nin ceng havaları idi. Ordunun geçiÅŸini izlemek için Ä°stanbul’dan gelmiÅŸ olan yabancı diplomat ve tacirleri en çok ÅŸaşırtan, bu mutlak sessizlikti. Avrupa ordularının kulakları sağır eden gürültülerine alışan yabancılar, Türk ordusunun ve milletinin sükûneti karşısında, baÅŸka bir âleme geçmiÅŸ gibi oluyorlardı.
Bibliyografya:
Yılmaz Öztuna, Cumhuriyet Dönemi Öncesinde Türkler, Babıali Kültür Yayıncılık