
Yahya Kemal Beyatlı son dönem yakın tarihimiz açısından oldukça önemli simalardan bir tanesidir. O, daha çok şiirleri ve şiire olan bağlılığı ile tanınır. Nitekim onun en yakın dostları kendisinin vefatından sonra kaleme aldıkları hatıralarda bu meseleye çok kez temas etmişlerdir.
Fakat şiire olan yakınlığının yanında onun tarihe olan merakı daha çok ikinci planda kalmıştır. Yine onun yakın dostları, Yahya Kemal’in şahsi kütüphanesinde, sadece İstanbul’un fethiyle alâkalı olmak üzere ve yalnızca Fransızca yazılmış onlarca kitaptan bahsederler. Bununla beraber şairin, siyasî anlamda da ön planda olması, aynı zamanda Beyatlı’nın son dönem mühim portreleriyle olan samimi dostluğuna tekaddüm eder. Bunlardan bir tanesi de İttihad ve Terakki’nin “fikir babası” olarak kabul gören Ziya Gökalp’tır…
Sadece Yahya Kemal hakkında hatıralar, monografiler yazılmamıştır. Bizzat Yahya Kemal de yaşadıklarını kimi zaman kaleme almıştır. Bunlardan bir tanesi de, günün birinde Ziya Gökalp ile yaşadığı, biraz gergin ve biraz da derin mânâlar içeren bir bir sükûnet ile sona eren diyaloğudur.
Yer, “Yat Kulüb”dür ve sohbet oranın oyun salonu olan “Lobi Evi”nde devam etmektedir. Beyatlı, Gökalp ve Cafer Bey beraberdirler. Bir ara sofranın verdiği heyecandan olsa gerek, Ziya Gökalp, Yahya Kemal’e dönerek:
-Mesela sen bu harb uğrunda (I. Dünya Savaşı’nı kastediyor) kendini halk nazarında yıpratır endişesi ile bir yazı yazmaktan korkarsın! der.
Çünkü Ziya Gökalp, muhatabının Enver Paşa hakkında pek de olumlu diyemeyeceğimiz görüşlerini bilmektedir ve böyle bir şeyi söyleme cür’etini kendisinde sonuna kadar bulmaktadır. Devam ederek:
-Korkarsın! Mesela Enver Paşa hakkında bir yazı yazmaktan çekinirsin!
Yahya Kemal, latife sınırını aşan bu sözler karşısında artık dayanamaz ve cevaben şunları söyler:

-Ziya Bey! Ya ben korkağım, yahut da siz korkaksınız! Bunu yarın tecrübe edelim.Ben bu akşam odama kapanacağım. Enver hakkında ne düşünüyorsam yazacağım.
Türk milletini Enver Paşa’nın kendi hırsına nasıl feda ettiğini, Alman ittifakına eli kolu bağlı attığını, dövüşmesi katıyyen icab etmeyen cephelerde kırdırdığını, Mısır’ın, Kafkas’ın daha bilmem nerelerin fethi gibi, bugün Türk milletinin asla kudreti ve ihtiyacı olmayan bir macerada tepelediğini, üstelik bizzat kendi, bu cidâlde hiç bir askerî kıymet gösteremediğini, en güzîde ve muvaffak kumandanlarımızın şereflerini ketmettiği (sakladığı) halde akrabasını öne sürdüğünü, bu dakikada vatan vaziyetinin bir facia olduğunu, lâkin bununla kalmayıp bu zât yüzünden devletin batacağını, ben bu akşam yazacağım! Yani Enver hakkında arzu ettiğiniz gibi korkmayarak fikrimi söyleyeceğim! Yazacağım bu makaleyi, yarın sabah size teslim edeceğim!
Siz bu makaleyi “Tanin”de yahut başka bir gazetede neşretmelisiniz. Eğer neşretmezseniz korkaksınız!

Bu sözlerin de akabinde Yahya Kemal konuşmasını şu şekilde sürdürür: Ziya Bey söylediklerimi derin bir teessürle dinledikten sonra donmuş gibi bana bakıyordu. Aramızda aşılmaz bir uçurum açıldığını, orada üçümüz de hissediyorduk. Cafer Bey kımıldanıp, kalktı, çekildi. İkimize de birden bire ağır bir sükûn çökmüştü. Kadehlerimizden birkaç yudum daha içtik, konuşamıyorduk. Az sonra Ziya Bey titrek bir sesle: “Vakit geç, artık gidelim” dedi. Kalktık, dalgın dalgın bahçe kapısına kadar gittik. Ayrılmamız dakikası gelmişti. Ziya Bey buna nasıl bir şekil vereceğini düşünür gibi müteredditti (tereddütteydi). Kapı önünde acı bir gülümseme ile elimi sıktı:
-“Bu akşam rahat edelim; yarın ben inmeyeceğim, sizi ararım… Biraz gezmeye çıkarız!” dedi.
Bibliyografya:
Yahya Kemal, Siyasî ve Edebî Portreler