Hayatımızın ayrılmaz bir parçası olarak kabul ettiğimiz rüya, hiç şüphesiz insanoğlu üzerinde bazen müsbet bazen de olumsuz tesirler bırakır. Bunun için bizim geleneğimizde kötü rüyaları kimseye anlatmamak, iyi rüyaları ise “hayra yormak” esastır. Bununla beraber tarih boyunca perde önündeki simaların gördükleri rüyalar meşhur-ı âlem olmuş, herkese ulaşmıştır. Güzelliği ile tanınan Hazret-i Yusuf’un rüya tabir etmede ayrı bir meziyete sahip olduğu kitaplarda geçer. Firavun ise bütün saltanatını kaybedeceğini rüyada görmüş ve tâbircilerin ifadeleri doğrultusunda zalimâne tedbirlere başvurmuştur. Fakat bütün bu önlemler onun gördüğü rüyanın künhünü (özünü) değiştirememiştir. Osmanlı padişahlarından Sultan I. Ahmed’in rüyası ve Aziz Mahmud Hüdâyi’nin tâbiri meşhurdur. Fakat bu kez biraz daha öncesine, yani Yavuz Sultan Selim’in gördüğü bir rüyaya ve ardından yaşananlara göz atalım…
.
Baba ve Oğul
Yavuz Sultan Selim’in seferde ve hazerde (barışta) yanından ayırmadığı bir sohbet arkadaşı vardır. Hasan Can ismiyle bilinen bu zât, âlim ve hikmet ehli birisidir. Onun oğlu Hoca Sadeddin Efendi ise hem Sultan III. Murad’ın hem de III. Mehmed Han’ın hocalığını yapacaktır. Sonraki yıllarda şeyhülislamlık makâmına kadar yükselecektir. Hoca Sadeddin Efendi’nin Osmanlı tarihini anlattığı Tâcüt-Tevârih isimli eseri meşhurdur. Burada babası Hasan Can ile Yavuz Sultan Selim arasında geçen bir rüya tabiri meselesini bizzat babasından duyarak nakletmektedir.
Şeyh Bedhaşi
Yavuz Sultan Selim’ 1517’de Mısır’ı civarındaki birçok bölgeyle beraber Osmanlı topraklarına katar. Şam da bu yerler arasındadır. Padişah bir ara Şam’da iken buranın büyük âlimlerinden Muhammed Şeyh Bedahşi ile tanışır. İki kez bizzat ziyaretine gider ve duasını almaya bakar. İlk sohbette hiç konuşmazlar. İkinci sohbette ise Muhammed Bedahşi, padişaha nasihatlerde bulunur. Saltanatla beraber üzerine çok büyük bir yükün bindiğini hatırlatır. O celalli padişah gâyet edebli bir şekilde söylenenleri dinler ve ayrılırken bu zâtın duasını talep eder. Bundan sonra yaşananları Yavuz Sultan Selim’in musâhibi (sohbet arkadaşı) Hasan Can’dan dinleyelim…
.
Vefat Haberi
“Mısır feth olunduğu günlerdi. Bir sabah Yavuz Sultan Selim Han bana şöyle buyurdu: “Bu gece rüyada Muhammed Bedahşî’yi gördüm. Yolculuk hazırlığında olup bir beyaz kepenek giymiş, üstüne de bir ip kuşak bağlamıştı. Bu hâlde gelip yolculuğa çıkacağını söyleyip bizimle vedalaştı.” Ben ise gençlik atılganlığı ile hemen rüyayı tabire giriştim ve; “Velilerin görünüşte çıkacakları yolculuk, âhiret seferi olmak gerektir. Eğer vefat etmemiş ise yakında vefat edeceklerine işarettir.” dedim. Padişah hiçbir karşılık vermedi. Ben de rüyayı böyle tabir ettiğim için pişmanlık duydum. Çok geçmeden, Muhammed Bedahşî’nin ölüm döşeğinde olduğu haberi geldi. Yanındakilere; “Harameyn-i Muhteremeyne (Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’ye) hizmetleri ile başlara taç olan Sultan’a benden dua, selâm ve muhabbetlerimi iletirken dünyadan da sefer ettiğimi bildirin.” diye vasiyette bulunmuştu.
Bu Rüya Tabirinin Cezası Nedir?
Şam vâlisi, durumu Sultan’ın kapısına iletmişti. Bu sırada Yavuz Sultan Selim’in hocası Halîmî Çelebi, padişahın yanına geldi. Konuşurlarken Yavuz Sultan Selim Han; “Şöyle bir rüya görmüştüm. Hasan Can da böyle yorumlamıştı. Çoğunlukla rüyanın gerçekleşmesi, tabirin şekline bağlıdır. Şimdi o veli zât, vefat etmiştir. Böyle olması tabirden ileri gelmiştir. Yani Hasan Can ölüme yorduğu için onun vefatında bu tabirin tesiri vardır. Siz hakem olun. Hasan Can bu yönden cezalandırılmaya lâyık değil mi? Bu şekilde tâbirin cezası da şiddetle bir tazir (azarlama) değil mi?” dedi. Halimî Efendi ise bana bakıp; “Senden böyle acemi davranış beklemezdim. Atılganlık etmişsin.” dedi. Ben ise utancımdan başımı eğip dedim ki: “Sultanım, vefat günü ile rüyanın görüldüğü tarih tespit edilsin. Eğer rüya daha önce ise ferman devletlü Padişahımındır. Eğer iş aksi ise gerçek budur ki, gerisi hazretinize kalmış” Halimî Efendi, bu sözlerimi doğru bulup dedi ki: “Hasan Can kulunuzun görüşü akla uygundur. Gerçekte de değerli katınızda hoş karşılanmalıdır.”
Başlara taç olan Padişah, Şam’dan gelen mektubu gösterdi. Gördüğü rüyanın, Muhammed Bedahşî’nin vefatından sonrasına rastladığı meydana çıkınca Sultanımız bana kıymetli bir hil’at (elbise) ile tam ayar iki yüz dinar altın ihsan buyurdu. Ben de “Bunca lütuf Muhammed Bedahşî’nin kerameti eseridir” diyerek, aziz ruhuna dualar eyledim.”