Tarihimizde en çalkantılı dönemlerden biri olarak görebileceğimiz Tanzimat devri, gerek getirmeye çalıştıklarıyla, gerekse de içerisinde barındırdığı avangard simalarla bir devre damgasını vurmuştur. Her şeye rağmen yapılmak istenenlerde belki başarı sağlanabilmiştir; fakat şunu da belirtmeliyiz ki, bu ara dönemin bizden alıp götürdükleri, getirdiklerinden fazla olmuştur. Bu gel-gitlerin azgın dalgaları arasında amansızca çırpınan bir isim vardı ki, o da hiç şüphesiz Beşir Fuad’dı
Nedendir bilinmez, bugünkü modern dünya ile bağlarımızın temellerinin atıldığı Tanzimat devri üzerinde etraflı çalışmalar yeterli miktarda değildir. Her zaman belirli simalar ön plana çıkartılmış, bazıları ise gerilerde bırakılarak, âdeta unutulmaya yüz tutmuştur. Beşir Fuad bu isimlerden yalnızca bir tanesidir. Söz konusu şahıs üzerinde etraflı çalışma yapan akademisyenlerimizin sayısı ise bir elin parmaklarını geçmemektedir.
Beşir Fuad fikrî yapısı itibariyle döneminin aydınlarından ayrılır. Şu an itibariyle bilinen, tarihimizdeki ilk Türk materyalist kendisidir. Bu kanıya gerek yazdıklarından ve gerekse de söylediklerinden rahatlıkla ulaşabiliyoruz. Her şeyden öte ölümü, en az hayatı kadar dikkate şayandır. Bir mütefekkir düşünün ki, kendisini çağının modernitesini yakalama gayesiyle maddeciliğin derin karanlıkları içine çekmiş, bu zifiri yolda –yalnızca etrafını aydınlatabilmek için (intihar dakikalarını kaleme almak suretiyle)- canını bile feda etmekten çekinmemiştir. Peki kimdi bu Beşir Fuad ve onu bu kadar incelemeye sevk eden âmiller nelerdi?
Osmanlı devletinin en kritik döneminde dünyaya gözlerini açan Beşir Fuad, Gürcü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Aslında onun baba tarafından imtiyazlı bir aileye mensup olduğu söylenebilir. Nitekim babası olduğu kaydedilen Hurşid Bey, hem paşalık rütbesini hâiz, hem de bir Mevlevi tarikatına mensub biridir. Nitekim bunu Paşa’nın Cemberlitaş’taki kabrinde mevcut olan Mevlevi sikkesinden çıkartabiliyoruz.
Beşir Fuad, aslen askerdir. Bu vaziyeyi yıllarca sürdürmüş, hatta cephelerde görev almıştır. Daha sonraları askerlikten ayrılacak, dönemin bir başka büyük edibi Ahmet Mithat Efendi’nin tabiriyle “kılıcını dahi çiviye asarak eline kalemi alacaktır.” ((Ahmet Mithat Efendi, Beşir Fuad, s.19))
Yazarın hayal dünyası gibi hayat dünyası da bir noktada karışıklık arz eder. İlk evliliğini halayığı ile yapmış, bir müddet sonra boşanmışlardır. İkinci evliliğini saray doktoru olan Kadri Paşa’nın oğlu Salih Bey’in kızı Şâziye Hanım’la yapar. Beşir Fuad’ın annesi Habibe Hanım da Salih Bey’in üçüncü karısı olduğundan Beşir Fuad ile Şâziye Hanım üvey kardeş mesabesindedirler. İlerleyen yıllarda bu ilişkiden de bıkacak olan Beşir, kendisini hayat kadınlarının arasında bulacak ve hatta bir Fransız metresten çocuğu bile olacaktır.
Beşir Fuad’ın hayat görüşünün şekillenmesinde çocukluk yıllarının bir kısmını Suriye’de geçirmesinin büyük bir tesiri vardır. Nitekim o, buradayken Fransız ekolünün bir timsali olan Cizvit mekteplerinde öğrenim görmüştür. Söz konusu yerde mükemmel bir Fransızca öğrenmiş olduğu rahatlıkla anlaşılabilir; fakat tam bir misyoner faaliyet gösteren bu okullarda Beşir Fuad’ın manevi bir boşluk içine sürüklenmiş olabileceği de tahminden pek uzak düşmez. Yazar, Fransızca’nın yanında Almanca ve İngilizce’yi ilerleyen senelerde kendi gayretleriyle öğrenecektir. Zeki bir kişiliğe sahip olan Beşir, bu üç dilde de okuyacak, konuşacak ve hatta bu lisanlarda makale kaleme alabilecek derecede bir konuma gelecektir. Nitekim Almanca’yı altı ayda, İngilizce’yi ise dört ay gibi kısa bir sürede öğrendiğini kendisi belirtmektedir. ((Beşir Fuad, Usûl-i Ta’lim, s.6))
Askerlikten sonra kendisi pozitif ilimlere adayan yazar, Avrupa dillerinde yazılmış onlarca makaleyi bizzat tedkik etmiş ve bu yazıları gerek kendi çıkardığı dergide, gerekse de risaleler halinde tercümeler yaparak neşretmiştir. Fakat bütün bunlar içinde çaba sarf ederken kendisini pozitivizm ve materyalizmin kara delikleri içinde bulmuştur. Ahiret inancını reddeden Beşir Fuad’a göre her şey madde üzerinde bina edilmiştir. Dünya tesadüfi bir biçimde teşekkül etmiştir ona göre ve böyle de devam edecektir. Bazen bu tespitlerinde bugünün zaviyesinden gülünç olarak addedilebilecek durumlara da düşmemiş değildir. Nitekim Beşir Fuad’ın inanış sistemine göre kalbimiz bir tulumdan başka bir şey değildir. Yalnızca kanın vücuda yayılması vazifesini görür:
[Kalp] içi boş bir adaledir ki kanı yukarı ve aşağı itip vücûdun a’zâ-yı muhtelife ve mütaddidesine tevzi ve taksim eder. Ey, ötesi? Ötesi hiç! ((Beşir Fuad, “Kalb” Envâr-ı Zekâ, s.401))
İnsanın hissiyatının arttığı anlarda ise gözyaşlarının akması yazara göre yalnızca “fizyolojik” bir hadiseden ibarettir. “Bunun ikinci bir planı yoktur ve aramak da mânâsızdır” Daha bunun gibi birçok misaller getirir yazar. O dönem itibariyle ifade edilen tespitler gerçekten dikkat çekicidir. Daha önceden bu tür görüş ve inanışlarda olan yazarlar yoktu veya belki de mevcut oldukları halde, söz konusu fikirleri –dönemin yapısı itibariyle- matbuat âlemine intikal ettirememişlerdi. İşte bu sebeple Beşir Fuad’ı ilk Türk materyalisti olarak kabul ediyoruz.
Tanzimat döneminin bu en dikkati çeken şahsiyeti devrin edip ve şairleriyle mektuplaşmış, kimi zaman da gazete sütunlarından münakaşalara girmiştir. Fakat bu bölüme, bizim konumuzun dışında olduğundan girmeyeceğiz. Sadece Muallim Naci, Fazlı Necib ve Ahmet Mithat Efendi gibi şahsiyetlerle karşılıklı mektuplaştığını belirtelim ve yazarın yine çok konuşulacak intihar meselesine geçelim.
Beşir Fuad neden intiharı tercih etti? Daha doğrusu onu intiharın eşiğine sürükleyen sebepler nelerdir? Buna kesin bir cevap veremiyoruz. Fakat kimi zaman dostlarına yazdığı mektuplarda –özellikle Ahmet Mithat- intihara doğru yol aldığını kestirebiliyoruz. Öncelikle yazar, kalıtım mevzusunu (potrimoine génétique) son derece önemsemektedir. İrsiyet yoluyla geçen genler çocukta anne-baba gibi bir psikoloji meydana getirir. Beşir Fuad’a göre bu düşünceden dolayı kendisinin akıbeti annesininkine benzeyecektir. Nitekim onun annesi cinnet geçirerek ölmüştü. Kendisini bu son için şartlandırmıştı yazar.
Bir ikinci sebep, ‘insanın bir diğer hayata başlamayacak olması’ inancıdır. Bundan dolayı da Beşir Fuad, intiharı seçmiş olabilir; çünkü bu intihar teşebbüsünü o, bir deney olarak görmekte ve son nefeslerini verirken hissettiklerini kaleme almak istemektedir. Böylelikle kendisinden sonra gelenlere bir vesika (!) bırakacaktır.
Bir diğer sebep, düzensiz bir aile yaşamı ve hayata tam manasıyla bağlanamama olabilir. Çünkü Beşir Fuad’ın sürekli sıkıntı içerisinde geçirdiği günler olmuştu. Bundan dolayı kendisinde meydana gelen bu düşünceleri dağıtmak için kendisini sefahata bırakmıştı. Babasından kalan bir hayli mirası boş yere sarf etmeyi tercih etmiş, içki ve kadınlarla beraber bir hayatı seçmiştir. Aslında yalnızca bir hayat kadınına tam anlamıyla bağlanmış, ne var ki bu da başına ayrı bir dert açmıştı. Bir de söz konusu metresten çocuk sahibi olması bir başka sıkıntının daha habercisiydi. Aynı zaman kendi karısından gördüğü sitemkâr şikayetler bu intiharın bir başka kolunu daha oluşturabilir.
Son birkaç yılda gördüğü iki ölüm vak’ası da intiharda adeta katalizör görevi görmüştü. Bunlardan birincisi oğlu Namık Kemal’in ölümüydü. Muhtemeldir ki, bu ismi görüşlerini beğendiği edebiyatçı ve şair Namık Kemal’e izafeten oğluna vermiştir. Bir diğer ölüm hadisesi, annesininki idi. O da intihardan yaklaşık bir sene önce ölmüştü.
Hepsinden öte Beşir Fuad, zaten intiharı çok önceden hesaplamıştı. Günlük uğraşların yanında bu tasavvur zihninin her zaman bir köşesinde, muhafaza içinde saklı bir ilaç gibi duruyordu.
Nitekim Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı bir mektupta şu satırların sahibi durumundaydı:
İntihar niyeti bende iki seneyi mütecâviz oluyor ki, mevcuttur. Yalnız vakt-i merhûnuna talik etmiş idim. Ancak şairlerin tarizâtını cevapsız bırakmamak için [son dönemde gerçekleşen tartışmaları kasdediyor] bir hafta daha tehirine mecbur oldum. Gerçi bazı tarizat daha varsa da, onları şayân-ı ehemmiyet görmediğim için niyetimi kuvveden fiile çıkarıp daha ziyâde te’cil etmeyi münâsip görmedim.
Ve ölümünden sonra gazete sütunlarını günlerce meşgul edecek bu tamamlanmış teşebbüs Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece, öncelikle bir şekilde tedarik ettiği kokaini bileklerine, kollarına ve gerdanına şırınga ile zerk etmek suretiyle vücudunu uyuşturmuş, daha sonra ustura ile bilek damarlarını aralayarak her taraf kana bulanırken şu son satırlarını, yine son bir gayretle yazabilmiştir.
Ameliyatımı icrâ ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. ‘Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım’ diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı… ((Tarik, 7 Şubat 1887))
Baygınlıktan sonra feryat etmeye başlayan yazar, evdekilerin bu sese gelmeleri üzerine, onları dehşet verici bir manzara ile karşılamıştır. Miralay Doktor Nafiz, en hızlı bir surette çağrılmış; fakat yapılan tıbbî müdahaleye rağmen yazar kurtarılamamıştır.
Ve tarihimizin bilinen ilk pozitivist ve materyalisti Beşir Fuad, dünyadan hafızalara kazınan bu intiharı ile ayrılmıştır.